Coronavirus, dünyanın belli bölgelerini değil, tüm dünyayı tehdit eden bir vaka olarak insanlığın önünde duruyor. Bu vaka, ülkemizde de görülmeye başlandı. Şu an okumakta bulunduğunuz yazı ile, bu virüsün tehlikeli olup olmadığı, yaratılan kaos ve panik havasının gerekli olup olmadığını değil, virüs salgınının yarattığı kaos ortamının ekonomik yıkımı ve bu yıkımı hafife indirgeyecek hukuki tedbirleri ele alacağız.
Salgının boyutu, Dünya Sağlık Örgütü’nce “pandemic” olarak kategorize edilmesiyle, küresel hale geldi. Virüsün en hızlı yayıldığı yer Çin’in Wuhan bölgesiydi; ancak Çin gerek ekonomisindeki planlama ve tedbirlerle, gerekse de devletin radikal ve sıkı müdahaleleriyle, virüs salgınına karşı büyük bir zafer kazandı. Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün yeni açıklamasına göre, virüs salgınının merkez üssü, artık Avrupa kıtası. Bu bağlamda, Amerika, Avrupa ile bütün mutat seyahatlere tek taraflı kısıt getirdi. Yalnızca insanların değil, ticari sevkin de durması söz konusu. Amerika’nın dünyada tekelleşmiş markalarından Apple, Çin dışındaki tüm mağazalarını, salgın bitene kadar kapatma kararı aldı. Dünya borsaları, son bir haftada %20 değer kaybetti; yüksek miktarda petrolün piyasaya arzı ve talebin çakılması nedeniyle, petrol fiyatları neredeyse %50 değer kaybetti.
Aslına bakarsanız, tüm bu parametreler, salgının merkez üssü haline gelen ve daha bu salgına ilişkin kararlı bir mücadeleye başlama konusunda halen kafası karışık olan Atlantik menşei iktisadi düzenin, çok büyük bir yıkımla karşı karşıya kalacağını gösteriyor. Tüm bunlarla birlikte, Atlantik düzenine bir kısmıyla bağlı olan ülkemiz ekonomisi de bu yıkımdan payını alacak gibi görünüyor.
Bazı lokal ekonomik gelişmeleri saymak gerekirse, etil alkol ithalatçısı konumundaki ülkemiz, uluslararası salgından dolayı etil alkol temin edemez hale geldi. Şu an piyasanın en yüksek talep kalemlerini oluşturan temizlik malzemeleri üreticileri, bu nedenle üretimlerinde tıkanıklık yaşama noktasında. Toplu sosyal aktivitelerin iptal edildiği, okulların tatil edildiği ülkemizde, kısa bir zaman içinde, toplu üretim birimleri olan fabrikaların ve atölyelerin de üretimlerine ara vermesi, beklenmeyen bir durum değil. Bununla beraber, insanlar salgın korkusundan sokağa çıkamamakta, alışveriş merkezlerine, restoranlara, kafelere gidememekte, alışveriş yapmamakta, salgının süresi öngörülemediğinden ellerindeki sınırlı kaynakları koruma planları yapmakta.
Ülkedeki tabloyu özetlemek gerekirse, çarşıda, pazarda, AVM’de hayat durdu. İnsanlar sosyal, kültürel veya lüks alışveriş yapmayı bırakıp, zaruri olan gıda, temizlik ve tıbbi malzemelerine yönelik talep geliştirdi. Okullar durdu; bazı belediyeler, 12 yaşından küçük çocuğu olan personelleri idari izne ayırdı. Adliyelerin, vergi idaresinin faaliyetlerini yavaşlatacak düzeyde tedbirler alınıyor. Piyasadaki talebin yalnızca bazı kalemlerde yoğunlaşması nedeniyle, başkaca alanlarda üretim yapan sektörlerde talep yokluğundan sipariş iptalleri ve üretimin durdurulması gündemde. Tüm bunların haricinde, piyasada domino etkisi yaratabilecek düzeyde, BELLİ BİR VADEDE ORTADAN KALKACAĞI AÇIK OLSA DA, SONUÇLARI İTİBARİYLE KALICI HASARLAR VEREBİLECEK ÇAPTA BİR KRİZLE KARŞI KARŞIYAYIZ. Bu krizin sonuçlarının kalıcı olmaması, krizin faturasının dağılımındaki adaletle sağlanabilir. Bu itibarla, alınacak hukuki önlemler, hayati niteliktedir. Elbetteki yasa koyucu yahut yürütme erki, bu hususta belli düzenlemeler ortaya çıkaracaktır. Ancak hukuken gerek tacirler, gerek esnaflar, gerekse de tüketiciler açısından, alınabilecek önlemler ve bu hususlardaki hukuki müessesler ile ilgili bir inceleme gerekliliği duyduğumuzdan, bu yazıyı kaleme alıyoruz.
Kabaca kötümser bir tablo çizdiğimizde; gerek salgının durması için, gerekse piyasada dibi gören talepten dolayı, büyük üretim tesislerinin 2-3 ay gibi bir süre üretimi durdurması, başta AVM’ler olmak üzere piyasanın kalbi konumundaki birçok çarşı ve pazarda talebin yok derecesinde azalması, insanların salgın korkusu nedeniyle sınırlı kaynaklarını ceplerinde tutması farklı kesimlere farklı nitelikte zararlar verecektir. İşverenler açısından talebin azalması ve üretimin durması nedeniyle, taahhütlerini yerine getirememe, ticari kredilerini çevirememe, çeklerinin vurulması, mülklerinin kiralarını ödeyememe, kamu borçlarını ödeyememe, işçi maaşlarını ödeyememe, toplu işten çıkarma veya ekonomik imkansızlıktan dolayı işçileri ücretsiz izine çıkarma durumunda kalmaları söz konusudur. Bu işveren tablosundan yola çıkıldığında, talep olmadığı için ürün arzı yapılmayan piyasada, ürünleri satan bayi ve kişiler ekonomik yıkıma uğrayacak, ticari krediler ödenmediği için banka ve finans kuruluşları dar boğaza düşecek,çekler ödenmediği için alacaklı üçüncü kişilerin ekonomik beklentileri boşa çıkacak, kira bedelleri ödenmediği için kiralayanlar belki de kendi ödemelerini ödeyemeyecek, kamu borçları ödenemediği için hazine çöküş yaşayacak, işçi maaşları ödenemediği veya ücretsiz izin uygulaması cihetine gidildiği için işçiler evlerine ekmek götüremeyecek. Banka kredilerini ve kredi kartı borçlarını ödeyemeyen işçilerden dolayı bankalar yeniden yıkıma uğrayacak, ipotek veya rehinleri paraya çevirme yoluna gitse bile, talep düşüklüğünden dolayı rehinli malların satışı gerçekleşmeyecek, genel anlamda ulusal çapta bir ekonomik krizle karşı karşıya kalınacaktır. Tabi ki bu tablo istenmeyen ve en kötümser tablodur; ancak gerçekçi bir ihtimaldir ve kötü senaryoların tedbirini almamak, daha büyük bir ekonomik çöküşe gebedir.
Bu kötümser tablonun doğması halinde ise,yaşanacak ihtilafların çözümü açısından, iki hukuki kavram ve varlıkları tartışmaya açılacaktır. “MÜCBİR SEBEP” ve “SÖZLEŞMENİN UYARLANMASI” kavramları, bu yaklaşık 3 ay sürecek muhtemel kötümser tablonun sonuçları açısından, gerek zararların doğmasından önce, gerek de sonra sıkça tartışılacak hukuki meselelerdir. Bu kavramları, gerek doğmamış, gerekse doğmuş zararlar açısından ele alacağız.
Mücbir sebep kavramı, hukukta görevin, taahhüdün ve sorumluluğun yerine getirilmesine engel teşkil edebilecek nitelikte bulunan ölüm, iflas, hastalık, tutukluluk ve buna benzer hallerdir. Mevzuatta yapılan en açık tanıma, Vergi Usulu Kanunu’nda rastlanmaktadır.
“213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre mücbir sebepler; 2.1- Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede 2.1.1- Ağır kaza, 2.1.2- Ağır hastalık, 2.1.3- Tutukluluk, 2.2- Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak, 2.2.1- Yangın, 2.2.2- Yer sarsıntısı gibi afetler, 2.2.3- Su basması gibi afetler; 2.3- Kişinin iradesi dışında meydana (vukua) gelen mecburi kayıplar (gaybubetler), 2.4- Sahibinin iradesi dışındaki sebepler dolayısı ile defter ve vesikalarının elinden çıkmış bulunması; gibi hallerdir.”
Kanun koyucu, mücbir sebebe ilişkin örnekleyici bir sayım yapmış, oluşabilecek benzeri nitelikte öngörülemeyen afetlerin de bu kapsamda sayılıp sayılmayacağı hususunun kıyas yoluyla belirlenebileceği yönünde bir açık kapı bırakmıştır. Bu kıyasın temelindeki şart ise, maddenin girişinde belirtilmiş olan “VERGİ ÖDEVLERİNDEN HERHANGİ BİRİNİN YERİNE GETİRİLMESİNE ENGEL OLACAK DERECEDE” olma şartıdır. Yani, gerek Coronavirus salgınının boyutu ve alınan önlemlerin düzeyine bağlı olarak, ŞU AN İTİBARİYLE yaşanılan sürecin MÜCBİR SEBEP oluşturup oluşturmayacağı, ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, salgının MÜCBİR SEBEP oluşturabilmesi için, gerek vergi ödevlerini, gerekse ifa etmesi gereken diğer sözleşme edimlerini yerine getiremeyecek olmalıdır. İfade ettiğimiz gibi, şu an yaşanan sürecin HENÜZ bir MÜCBİR SEBEP yaratmadığı kanaati hasıl olmuşsa da, önümüzdeki günlerin ne getireceği, halen bilinmezlik içindedir.
Mücbir sebebi, Vergi Usul Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu açısından ele almak gerekirse;
A.VERGİ USUL KANUNU’NU BAKIMINDAN MÜCBİR SEBEP
Vergi Usul Kanunun bakımından mücbir sebebin bulunması halinde, vergi idaresinin re’sen aldığı kararla, yahut mükellefçe vergi idaresinden talep edilerek (talebin kabul görmemesi halinde Vergi Mahkemesi’nde dava yoluna gidilerek) vergi beyannameleri ve bildirimlerinin verilmesi süresinin ertelenmesi, gerek mücbir sebebin oluşması öncesi, gerek mücbir sebebin oluşması sonrası tahakkuk etmiş vergilerin, vergilere bağlı faiz ve cezaların ödenmesinin ertelenmesi, bunlar harici genel nitelikteki vergilerin ödenmesinin de ertelenmesi istenebilecektir. Bu durumun en yakın zamanda görünen örneği, Elazığ ilinde gerçekleşen deprem felaketinde olmuştur. Vergi İdaresi’nce, deprem hali mücbir sebep ilan edilmiş, vergi beyanname ve bildirimlerinin verilmesi süresi uzamış, tahakkuk etmiş vergiler ile tahakkuk edecek vergilere ilişkin ertelemeler getirilmiş, MTV gibi genel nitelikli vergilerin ödenmesi ertelenmiş ve yapılandırma şartlarını taşıyan mükelleflerin, vergi borçlarına 24 ay taksitlendirme imkanı getirilmiştir.
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere; Vergi Usul Kanunu açısından, mücbir sebebe dayanma, borçluyu borçtan kurtarmamakla birlikte, borcun ödenmesi hususunda borçluya kolaylıklar sağlamakta, mücbir sebepten doğan yıkımın faturasını, mükellef ve vergi idaresi açısından adaletli bir şekilde paylaştırmaktadır. Coronavirus salgınının, kötü bir tabloya dönüşmesi neticesinde, vergi mükelleflerinin, vergi idaresine yönelik bu yönde bir talep haklarının bulunduğuna dikkat çekmek isteriz.
B. TÜRK TİCARET KANUNU’NU BAKIMINDAN MÜCBİR SEBEP
Türk Ticaret Kanunu’nun, kıymetli evraklar hukuku (çek, bono[piyasadaki yaygın kullanımı ismi senet olan evrak]ve poliçe hukuku), taşıma hukuku ve deniz ticareti hukuku kısımlarını düzenleyen bölümlerinde mücbir sebebe dair hükümler bulunmakla birlikte, bunlar dışındaki ticari işlere MÜCBİR SEBEP hükümlerinin uygulanması mümkün olamayacaktır. Bunlar dışındaki ticari işlere ilişkin, Türk Borçlar Kanunu’nun ifa imkansızlığı ve ifa güçlüğünü düzenleyen 136-137-138. maddeleri uygulama alanı bulacaktır. Bu maddeleri, yazımızın ikinci kısmı olan SÖZLEŞMENİN UYARLANMASI bölümünde ele alacağız. Yine yazımızın bu kısmında taşıma ve deniz ticareti hukukuna girmeksizin, yalnızca kıymetli evraklar hukuku açısından mücbir sebep konusunu ele alacağız.
Türk Ticaret Kanunu, esas itibariyle poliçe adı verilen kıymetli evrakları kapsamlı şekilde düzenler ve bu düzenleme sonrası, çek ve bonoya dair düzenlemelerde devamlı surette poliçeye atıflar yapar; çek ve bonoya dair hükümlerin bulunmaması halinde de poliçe hükümlerine kıyas yoluyla gidilir. Mücbir sebep hususunda ise, poliçe ve çekte bir çok madde aynı olmakla beraber, poliçe,bono veya çek evrağının ibrazı veya müracaatla ilgili farklı düzenlemeler de mevcuttur.
TTK’nın poliçe ve çek ile ilgili mücbir sebebi düzenleyen hükümlerinin ortak kısımları, şu ifadeleri taşımaktadır: “Madde 731: Kanunen muayyen olan müddetler içinde poliçenin ibrazı veya protesto keşidesi bir devletin mevzuatı veya her hangi bir mücbir sebep gibi aşılması imkansız bir mani yüzünden mümkün olmamışsa bu muameleler için muayyen olan müddetler uzatılır. Hamil mücbir sebepleri gecikmeksizin kendisinden önce gelen borçluya ihbar etmeye ve bu ihbarı poliçeye yahut bir alonja işaretle beraber altına yer ve tarihi yazarak imzalamaya mecburdur: Diğer cihetler hakkında 635 inci madde hükümleri tatbik olunur. Mücbir sebeplerin ortadan kalkmasından sonra hamilin, poliçeyi gecikmeksizin kabul veya ödeme maksadiyle ibraz ve icabında protesto keşide etmesi lazımdır.” TTK’da düzenlenen mücbir sebepte, belirlenen ödeme sürelerinin müddetlerinin uzatılacağı düzenlenmiştir. Bunun da ihbarının tüm cirantalara yapılması gerektiği düzenlenmiştir.
Poliçe ve çeke dair mücbir sebebin farklılık taşıdığı bölümler de mevcuttur. Poliçe ve bonoya uygulanacak olan hükümlere göre, “Mücbir sebepler vadenin gelmesinden itibaren 30 günden çok sürerse poliçenin ibrazına ve protesto çekmeye lüzum kalmaksızın müracaat hakkı kullanılabilir” denilmektedir. Yani, mücbir sebebin etkileri, vade tarihinden sonra devam ediyorsa dahi, 30 günden fazla müddet verilemeyeceği, vade tarihinden sonra 31. Günde poliçe ve bonoya dair müracaat hakkının kullanılabileceği ifade edilmiştir. Yani, mücbir sebep, poliçe ve senetler için, vade tarihi sonrası 30 gün müddet kazandırmakta, ödemeyi bu kadarlık bir vadede geciktirme hakkını borçluya tanımaktadır.
TTK’nın çeke dair hükümlerinde ise, farklı bir düzenleme yapılmıştır. “Mücbir sebepler; hamilin ibraz müddetinin bitiminden önce olmak şartiyle, mücbir sebep keyfiyetini kendi cirantasına ihbar ettiği günden itibaren on beş günden fazla devam ederse çekin ibrazına ve protesto keşidesine yahut buna muadil tesbite lüzum kalmaksızın müracaat hakkı kullanılabilir.”. Yani öncelikle, mücbir sebep, ibraz tarihinden önce ortaya çıkmalıdır ve cirantaya ihbardan sonra 15 günlük müddet verilebileceği düzenlenmiş, 16. Günde alacaklıya müracaat hakkı verilmiştir. Yani mücbir sebep, çek için, CİRANTALARA İHBARDAN İTİBAREN 15 GÜN kazandırmaktadır.
Mücbir sebep kavramı, Vergi Usul Hukuku ve Türk Ticaret Kanunu’nun az önce ifade edilen kısımlarında açıkça belirtilmişse de, mücbir sebebin varlığının olduğu durumlarda uygulanacak mevzuat hükümleri, mücbir sebep başlığı altında belirtilmemiştir. Ticari işler, adi borç ilişkileri ve tüketici işlemleri açısından, her biri için uygulanması gereken ayrı mevzuatlar düzenlenmişse de, mücbir sebepten kaynaklanan uyuşmazlıklar için esasen Türk Borçlar Kanunu’nun 136-137 ve 138. maddelerinde düzenlenen ifa imkansızlığı ve ifa güçlüğü kavramları ile uyuşmazlıklara yaklaşılmaktadır. Bu maddeler uyarınca ise, taraflar arasındaki SÖZLEŞMENİN UYARLANMASI kavramı devreye girmekte, mücbir sebep nedeniyle yaşanan ifa imkansızlığı ve ifa güçlüğü durumlarına, sözleşmenin uyarlanması yoluyla çözüm bulunabilmektedir.
Kötü tabloya ilişkin, yazının giriş kısmında belirttiğimiz örnekte, işverenin, ürettiği malın, talebin çakılması nedeniyle, sipariş edence iptal edilmesi yahut fabrikanın toplu bir üretim merkezi olduğundan, salgının engellenmesi maksadıyla üretime ara verilmesi nedeniyle, ticari ilişkilerinin zarar görmesi, işverenin ticari faaliyetinin durması nedeniyle ticari kredilerini ödeyememesi, kira borçlarını ödeyememesi ve toplu işten çıkarma yahut işçilerin ücretsiz izne çıkarılması gibi ihtimallerden bahsetmiştik. Domino etkisinin devamında, bu sıkıntıları yaşayan işverenin, ödeyemediği ticari kredi taksitleri nedeniyle nakit akışı sıkıntıya giren banka, kiralarını tahsil edemeyen mülk sahibi, maaşını alamayan işçi, maaşını alamadığı için çektiği konut, taşıt veya tüketici kredisini ödeyemeyen işçi gibi tabloların devamını da düşünmek mümkündür. Her ne kadar kötü tabloya, MÜCBİR SEBEP neden oluyorsa da, bu tablodan doğan hukuki ihtilafların çözümü için MÜCBİR SEBEP hükümlerine değil, SÖZLEŞMENİN UYARLANMASI HÜKÜMLERİNE başvurmak gerekir.
SÖZLEŞMENİN UYARLANMASI, YALNIZCA BORCUN VEYA ZARARIN DOĞUMUNDAN SONRA DEĞİL, ÖNCESİNDE DE İSTENEBİLECEK BİR HUKUKİ ÇÖZÜMDÜR. Örneğin, mücbir sebep nedeniyle kredilerin ödenemeyeceği aşikarsa, kira borcunun ödenmesi mümkün olmayacaksa, üretime ara verilmesi sebebiyle karşı yana teslim edilmesi gereken ürünler üretilemiyorsa, sıkıntı yaşayan tarafça, SÖZLEŞMENİN UYARLANMASI istenebilecektir. Türk Borçlar Kanunu 136.-137. ve 138. maddesini, bu kapsamda değerlendirerek sözleşmenin uyarlanması uyarınca, sözleşme bedelinden indirim istemek, sözleşmeye ilişkin kısmi ifanın kabulünü istemek, sözleşme bedelinin ödenmesinin ertelenmesini istemek gibi bazı hukuki yollara gidilebilecektir. Her ne kadar bu husus, genel nitelikli kanun olan Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmişse de, ticari işlerde, adi borç ilişkilerinde ve tüketici işlemlerinde, yani neredeyse her türlü hukuki ilişkide uygulanabilecek niteliktedir.
Örneğin salgın nedeniyle ulusal ya da uluslararası uçuşların iptali, ürün girdilerindeki ani fiyat artışlarından dolayı sözleşmede taahhüt edilen miktarlarla satışın yapılamayacak olması, sözleşmenin feshini, sözleşmeden dönmeyi gerektiren yahut sözleşme şartlarının tadilini gerektiren hususları hukuken ele almak gerektiğinde, gerek ticari anlamda, gerek adi borç ilişkileri anlamında, gerekse tüketici ilişkileri anlamında, yazımızın bu bölümünde belirttiğimiz hukuki müessese olan SÖZLEŞMENİN UYARLANMASININ, virüs salgınının yarattığı MÜCBİR SEBEPLE BİRLİKTE değerlendirerek hukuki ihtilafların çözülmesi gerekmektedir.
Bu hukuki müessesenin de, doğru kullanılması, kriz haline dönüşmesi ihtimali olan bu salgın sürecinde, ekonomik anlamda ortaya çıkabilecek zararları, taraflar açısından adaletli bir şekilde paylaştırabilecektir.
Özetlemek gerekirse; umarız ki insanlık, bu sorunu, kriz yaşamadan atlatır. Ancak, en kötüsüne her zaman hazır olmalıyız. Yaşanan, insanlığın verdiği bir sınavdır. İnsanlık, inanıyoruz ki, daha önceki sınavlar gibi, bu sınavı da atlatacaktır.
Ülkemiz için de, üreticilerimizin ve vatandaşlarımızın, yaşanabilecek olası bir kriz halindeki haklarını kendilerine hatırlatmak için bu satırları yazdığımı ifade etmek isterim. Tüm bunlarla birlikte de, gerek mücbir sebep hükümleri nedeniyle, gerekse de sözleşmenin uyarlanması yoluyla uyuşmazlıklarınızın çözümü için, mutlaka avukatınıza danışmanız gerektiğini hatırlatıyor, sağlıklar diliyorum.
Av. Özgür SENGER